Yeni Yıl 2009


2008 yılını da bitirdik. Hafızamdan hiç gitmeyen ve bu yıl değişimlerinde hep hatırladığım “gençlikte günler kısa, yıllar uzun; yaşlılıkta günler uzun, yıllar kısa gelirmiş” lafının ikinci kısmının etkisine girdiğimi zannediyorum ki sanki üçüncü milenyuma daha yeni girmişiz gibi gelirken üzerinden tam 9 yıl geçmiş. Hatırlarsınız, o günlerde bilgisayarların yıl haneleri 2 basamaklı olarak ayarlanmış olduğundan 2000 yılına geçince 99’dan 00’a düşecek olan yıl hanesi yüzünden sistemlerde pek çok hata olacağı, bankaların hapı yutacağı, hatta uçakların bile düşme riski olacağından yılbaşını havada geçirmenin tavsiye edilmediği bir yılbaşı geçirmiştik. Allahtan korkulan olmadı da ne finans sektörü çöktü, ne de uçaklar düştü. Her ne kadar 2000 yılı geçtiğimiz bin yılın son günü olsa da hep yeni bin yılın ilk yılı olarak algılandı. Artık ölmez de sağ kalırsak 3000 yılına girerken o yılı yeni milenyumun ilk yılı kabul edip geçen seferden aldığımız yılın telafisini yaparız.
Her bayram arifesinde yaptığımız gibi bu sene de fabrikada yeni yıl arifesinde sundurmanın altında toplaşıp kutlama yapmanın planlandığı saatlerde naçizane biz müdürlerin de birer kısa konuşma yapması istendiğinde ne konuşsam diye düşünürken hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Daha kısa pantolonlarla Esit’in kapısından içeri babamın elini tutarak girdiğim o ilk stajyerlik zamanımın üzerinde tamı tamına 25 sene geçmiş. Konuşmamı bu fikir üzerine oturtup şöyle 2 dakikalık bir konuşma hazırlamıştım ki benden önce söz alan Apo Bey’in “Bundan sonra FB, GS, BJK yok. Hepimiz bu sene Sivas’lıyız” dan oluşan veciz ve uzun sözlerinin ardından bir hayli ciddi olan konuşmamın ardından evlerimize bir türlü dağılamadık. Yılbaşı sürprizi olarak yılın son günü yaptığımız bir sevkiyatın TIR’ı, yağmakta olan kardan etkilenip kayarak cümle kapısını kapatınca fabrikada mahsur kaldık. Afet Koordinasyon merkezinin sadece Fabrikalar Sokak, Esit mevkiinin kapalı olduğunu beyan edip “her ne kadar hazırlıysak da bu işe nasıl engel olamadık” der gibi hayret dolu bakışlarının çaresizliğinde, yılbaşımızı ilk kez tüm Esit ailesi olarak fabrika bünyesinde geçirme ihtimalimiz olsa da, 1 saate yakın bir beklemenin ardından gelen çekicinin sayesinde evlerimizin yolunu tutabildik.
Bu sene diğer senelerden farklı olarak “evde arkadaşlarımızı ağırlamak” temalı bir kutlama planlamıştık. Plana göre zeytinyağlıları biz hazırlayacak, ana yemek olan geleneksel “hindi dolması” dışarıdan ısmarlanıp arkadaşlarımız tarafından getirilecekti ve nihayetinde de böyle oldu. Her zaman nerenin nesi meşhursa onu yemeği adet edinmiş olan bendenizin yılbaşı için zaten başka seçeneğimin olmadığını da anlamışsınızdır. Yalnız hindi tavuğa göre biraz yapılı bir mahlukat olduğundan toplamda yedi kişinin yiyebileceğinin neredeyse dört katı büyüklükteki dolma ve iç pilavı, ki içerinde kuş üzümü ve dolma fıstığı ihmal edilmemişti, öncesinde de günün son ziyafeti düşünülerek fazla doldurulmamış midelere indirilmeden önce sofraya oturulur oturulmaz tüketilmeye başlanan börek, kereviz salatası, pilaki, mücver, yaprak sarma, patlıcan kızartması ve mercimek köftesi’nden oluşan zeytinyağlılara eşlik eden baget ekmeğin dayanılmaz tazelikteki çıtırlığı ile midelerin istiap haddi doldurulmuş gibiydi.
Sofradan kalkılıp da salonlarımıza geçtiğimizde demlenmiş olan tavşankanı çaylarımızın yanına, aynı zamanda Kapadokya seyahatimizin de elemanlarından olan Jeyn’in hazırlayıp getirmiş olduğu “çiiz keyk” ve “ıslak kekin yanında bizde hazırlanmış olan genellikle Ramazan tatlısı olarak sofralarımızda baş tacı ettiğimiz güllaç da yenince mideler İstanbul minibüslerinin mesai saati keşmekeşindeki yüklemesine benzedi. Ancak bu arada Sevgi’nin ortama sunduğu ve Kapadokya seyahatimiz esnasında bu günler düşünülerek edinmiş olduğumuz Ürgüp çerezleri olan “sütte marine edilip kavrulmuş kabak çekirdeği”, çıtır kayısı çekirdeği, âlâ fındık, soya sosuna banılıp çıtırılmış leblebi ve badem “bastırsın” diye tüketilmeye başlandı. Ancak ne var ki normal hafta içi mesaisi yaparak gelinilmiş ortamda tıka basa yedikten sonra bastıran rehavetin etkisiyle herkes bir koltukta yayılıp kendine gelmeye, mideye indirdiklerini öğütmeye çalışarak, yemini bütün olarak mideye indirdikten sonra sindirebilmek için adeta kış uykusuna yatan yılanlar halini aldık. Halbuki gece için artık yılbaşı toplantılarında klasikleşmiş TABU oyununun yanı sıra, ki benim ömrü hayatımda Tabu oynamışlığım yoktur, Gürkan’ın bir savaş strateji oyununu da planlamış olmasına karşın kimsenin ne devinmeye ne de oyunu başlatmak üzere kontağı çevirmeye niyeti veya gücü kalmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde aramıza katılan son konuğumuzun getirdiği “Şekerpare”ler ise maalesef ki ne kadar istenmiş olsa da boğazlardan geçmeye yer bulamadığından yeni yılın ilk saatlerinde olağan işlevlerini yerine getirememişti.
Saatin gece yarısına yaklaştığında ne zaman yeni yıla gark olduğumuzu bilmek adına bütün gece kapalı olan televizyonu açıp geleneksel dansöz yerine Hadise’nin önümüzdeki aylarda örevizyon şarkı yarışmasına katılacak olan “DümTekTek” şarkısı eşliğinde dışarıda havai fişekler eşliğinde ikibinsekizi bitirip ikibindokuza adımımızı atmış olduk.
Normalde hep esiri olduğumuz televizyonu kapatınca çocuklarda içerde kendilerince eğlendiğinden biz büyükler CD’den dinlediğimiz nostaljik “Issız Adam” film müzikleri ile yeni edinmiş olduğum Abba ve Boney-M şarkıları nostaljiye nostalji kattık.
Burçak’ın uyuması, Başak ve Berkecan’ın artık sıkılmalarıyla birlikte tabu oyunu oynama istekleri, verilmiş bir sözü yerine getirebilmek amacıyla kısa bir tur yapmak üzere oyuna başlamamızı sağladı. Ancak küçüklerin o bitmek tükenmek bilmeyen engin enerjileri karşısında gözlerini açmakta zorlanan biz büyüklerin “enerjikler” karşısında “ezik” sıfatıyla taçlandırılmamıza yol açtı.
Gecenin sona ermesi saatin dördü gösterdiği sularda biterken gözlerdeki uykusuzluk ve midelerdeki ağırlık bir sonraki yılbaşısına kadar unutulmak üzere “evli evine” düsturuyla dağılındı.

0 yorum: